Conrad İstanbul Bosphorus projesi ise, bu "Smart Luxury" anlayışının tam tersi bir yönünü, yani "şehrin dinamik enerjisini", "prestiji" ve "hakimiyeti" temsil ediyordu. Benim görevim, bu kez "huzuru" değil, İstanbul'un kalbinde, Boğaz'a ve Tarihi Yarımada'ya hakim olmanın "ayrıcalığını" fotoğraflarla "canlandırmaktı".
Conrad İstanbul'un mimarisi, "manzara için" tasarlanmış bir yapı. Özellikle otelin ikonik kıvrımlı yapısı ve zirvesindeki Summit Bar, şehri 270 derece kucaklayan bir "gözlem güvertesi" gibi.
"Mimariyi Canlandıran Dokunuş" felsefem, bu projede, mimariyi "manzaranın çerçevesi" olarak kullanmak üzerine kuruluydu.Odak noktam sadece "manzarayı çekmek" değil, "o manzarayı izleme deneyimini" fotoğraflamaktı.
Özellikle "mavi saatlerde" (blue hour) ve gece çekimlerinde, şehrin milyonlarca ışığı yanarken, otelin iç mekan aydınlatmasıyla dışarıdaki bu görsel şölen arasında bir denge kurdum. Işık, burada sadece mekanı aydınlatmadı; şehrin "enerjisini" içeriye, otelin "lüksünü" ise dışarıya taşıyan bir köprü oldu.
Conrad İstanbul'da kalmanın "anısı", sabah perdeyi açtığınızda Boğaz'ın ve Sarayburnu'nun ayaklarınızın altında uzanmasıdır. Bu, bir "tatil anısı"ndan çok, bir "İstanbul anısı"dır; bir "statü" ve "hakimiyet" hissidir.
Bu nedenle, fotoğraflarımda misafirin bu "hakimiyet" hissini yaşayacağı anları vurguladım. Süitlerin panoramik pencerelerinden görünen o eşsiz manzarayı, odanın konforuyla birleştirdim. Bu kareler, "Burada konforlu bir oda var" demez; "Burada İstanbul'un zirvesindesin" der. Bu, bir otel odası değil, şehrin en iyi "locası"dır.
Conrad İstanbul Bosphorus projesi, aynı markanın (Conrad) iki farklı ruhunu (Mekke'de manevi, İstanbul'da dinamik) nasıl ustalıkla yorumlayabildiğimizi gösteren bir imza işi oldu.
Bu projede, bir otelin mimarisinin, bulunduğu şehrin ruhuyla nasıl bütünleştiğini ve misafirine nasıl "unutulmaz bir perspektif anısı" vaat ettiğini belgeledik. Biz, İstanbul'un en görkemli manzarasını "canlandırdık”.





