JW Marriott İstanbul Marmara Sea projesi ise bambaşka bir hikaye anlattı. Bu kez "tarihin dokusunu" değil, Marmara Denizi'nin "sonsuz ufkunu" ve "huzurunu" fotoğraflayacaktım. Görevim, JW markasının "mindful luxury" (bilinçli lüks) ve "bütünsel iyi yaşam" (holistic well-being) felsefesinin, denizin o sakinleştirici gücüyle nasıl "canlandığını" göstermekti.
Bu projede "Mimariyi Canlandıran Dokunuş" felsefem, mimariyi "ışığın ve denizin bir aracı" olarak kullanmak üzerine kuruluydu.
JW Marriott Marmara Sea'nin mimarisi, "gösteriş" için değil, "deneyi" (denizi deneyimlemek) için tasarlanmış. Tavandan tabana uzanan pencereler, geniş teraslar ve denize bakan SPA alanı... Hepsi, o "mavi sonsuzluğu" içeriye davet etmek için var.
Odak noktam sadece "binayı çekmek" değil, "binanın denizle kurduğu ilişkiyi" çekmekti. Özellikle gün batımında ve sabahın ilk saatlerinde, denizin üzerinden gelen o yumuşak ışığın, otelin modern ve net hatlarını nasıl "yumuşattığını" ve mekanlara nasıl "huzur" kattığını vurguladım. Işık, burada mimariyi "canlandıran" ana unsurdu.
JW Marriott Marmara Sea projesi, lüksün her zaman "görkem" veya "tarih" demek olmadığını kanıtladı. Bazen lüks; "huzur", "sakinlik" ve "kendine zaman ayırabilme" ayrıcalığıdır.
Bu projede, aynı markanın (JW) iki farklı yüzünü (Bosphorus'ta tarihi, Marmara Sea'de modern huzur) fotoğraflayarak, bir fotoğrafçının marka dilini ne kadar esnek yorumlaması gerektiğini gösterdik. Biz, Marmara'nın sakinliğini "canlandırdık" ve onu "unutulmaz bir arınma anısı" haline getirdik.














